01 Nisan, 2021 - İzlenme: 1669
Kalbi temizlemek için ortaya çıkmıştır. Kalbin tasavvufta, zikrullahta, tarikatta çok önemli bir yeri vardır. Her insanın sol yumruğu büyüklüğündedir, göğüs kafesinin içerisindedir. Onun sadece baktığımız zaman dış vazifesi kanı vücuda pompalamaktan ibaret değil. Hz. Allah ona kuvvet vermiştir ki altmış yetmiş senelik bir insan ömründe hani durmadan insanın vücuduna parmakların ucuna varıncaya kadar kafasındaki kılların köküne varıncaya kadar veya bütün organizmasına varıncaya kadar kanı pompalar, oraya gıda götürür ondan sonra oksijeni temizler böylece bu hareketleri yapar. Dış görünüşü itibariyle budur vazifesi ama aslında bunun manaya yönelik başka vazifesi de vardır ki işte tasavvufta, tarikatte esas maksat kalbimizi temizlemektir.
Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ
Yani “nefsini temizleyen kurtuldu” (Şems suresi, 9). Nefsini temizleyen insan kurtuldu. En kısa yoldan Hz. Allah’a; insanı tasavvuf götürür, tarikat götürür. Bugün yanlış anlatılıyor veya aleyhte bazı sözler söylemek suretiyle zikirden, tasavvuftan veya tarikattan kişiler soğutulmaya çalışılıyor. Halbuki zor bir şey değil. Zaten insanın, dedik ya, 20 dakikasını alan bir yapacağı bazı şeylerden, tesbihatten ibaret. Fazla bir şey değil. Bunu her zaman da söylüyorum ben. Meselâ tarikat dediğimiz zaman, tasavvuf dediğimiz zaman işte günlük tesbihatımızda yüz defa estağfirullah- elhamdülillah demek. Yüz defa Allahümme salli ala Muhammedin ve âlâ âli Muhammed demek. Yüz defa la ilâhe illallah demek. Beş yüz defa Allah demek. Yüz defa da besmeleyle İhlası okumak. Bunların güzelliğini ben size anlatıyorum. Peygamberimiz her gün yetmiş defa veya yüz defa tevbe ve istiğfar ediyor.
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُب۪يناًۙ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَوَيَهْدِيَكَ صِرَاطاً مُسْتَق۪يماًۙ
Bu âyet-i kerimede Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: “Biz senin geçmiş ve gelecek günahlarını affettik.” (Fetih suresi, 1-2) buyuruyor peygamberimiz için. Üzerinize olan nimetinizi tamamlamak için sana bu özelliği verdik. Böyle bir günahsız bir peygamber günde 100 defa tevbe ediyorsa, biz ki işimizde, gücümüzde, konuşmamızda hatalarla dolu insanlar olarak günde bu hatalarımızdan dolayı istiğfar etmemiz tabii ki bize daha fazla lazımdır ve gereklidir. Bir kimse peygamber aleyhissalatu vesselâm efendimize bir defa salat-ü selam getirirse Hz. peygamberimiz buyuruyor ki: “Ben de ona aynen mükabele ederim. Ve ona bir sevap yazılır. Ondan sonra öyle bir kimsenin bir seyyiesi yani bir günahı affediliyor.” Buyuruluyor. Daha var salat-ü selamlar için. Şimdi yüz defa getirdiğimiz takdirde Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem efendimize ondan sonra Cenâb-ı peygamber de bize aynen 100 defa karşılık veriyor. Ama hocam ben bunu anlayamıyorum, diyebiliriz tabi. O mutlaka (karşılık) veriyor ama işte bizim alıcımız kuvvetli olmalıdır. Allahümme salli âlâ Muhammedin ve âlâ âlî Muhammed diye içten söylediğiniz takdirde peygamberimiz aleyhissalatu vesselam efendimiz aynen karşılık verir. Bak uzaklık yakınlıktan mevzu bahis değil. Ve karşılık verdiğinde bunu uyanık gönüller hissederler. Peygamberimizle bir bağ içerisindedir kişi. Ve bunun gibi yine Rasulullah aleyhissalatu vesselam’e salat-ü şerife getirdiği takdirde cennette ona daha fazla yakın olur. Hadisler var. Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidin manası zaten bellidir. Cenâb-ı Allah’ın esması, Allah lafzı zaten o da bellidir. Biz bunları söylüyoruz. Ondan sonra 100 defa
قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌۚ
okuyoruz besmeleyle ki bir İhlas suresini okumak Kur’an’ın üçte birine denktir. Üç defa okuyan Kur’an’ı Kerimi hatmetmiş sevabına nail olur. Yüz defa okuyan kişi de otuz üç defa aşağı-yukarı hatmetmiş sevabına nail olur. E dinimiz işte kolay bak, zor değil.
يَسِّرُوا وَلَا تُعَسِّرُوا وَبَشِّرُوا وَلَا تُنَفِّرُوا
“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.”Buyuruyor peygamberimiz. İşte takvadan açıldı bu konulara değinmeye mecbur kaldık. Bu konulara değindik. Gönüllerin temizlenip insanın güzel ameller yapmasına bağlıdır takva. Bunu yaptığı takdirde Allah’tan korkar, takva sahibi olur. Cenâb-ı Allah birçok âyet-i kerîmelerde:
اِتَّقُوا اللّٰهَ
“Allah’tan korkunuz”diye emrediyor. Başka kimseden korkmayınız. Zaman zaman da bunun aşağı yukarı belki Türkçemizde ifade edildiği şekildedir.
وَخَافُونِ
Diyor Hz. Allah. “Yine Benden korkunuz, başkalarından korkmayınız.” Diyor. Havf ile ittikâ kelimesi bunlar Türkçemizde ifade edildiği şekilde korkmak, orada ancak tercüme edilebiliyor.
وَخَافُونِ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ
“Tam sadık müminler iseniz Benden korkunuz.”(Âl-i imran suresi, 175) Başkalarından değil, düşmanlarınızdan değil, benden korkunuz. Çünkü düşmanlar düşman bile olsa, onları da yaratan Hz. Allah’tır. Bu bakımdan Allah dostları Cenâb-ı Allah’a yaklaşmaya vesile ararlar, sebep ararlar, çare ararlar. Cenâb-ı Allah buyuruyor ki:
وَابْتَغُٓوا اِلَيْهِ الْوَس۪يلَةَ
Yani Hz. Allah’a gidecek bir vesile, bir çare, bir yol arayınız diyor. (Maide suresi, 35) Bir vesile arayınız, vesile. İşte yani bu âyet-i kerimeye göre Cenâb-ı Allah’ı zikretmeye bağlı olan tasavvuf yolu Hz. Allah’a götüren bir vesiledir, bir çaredir, bir yoldur. Kısa yoldan Allah’ın rızasına ermektir. Evet, peygamberimiz şöyle dua ediyordu zaman zaman.
اَللّٰهُمَّ أَعِنّ۪ي عَلٰى ذِكْرِكَ وَشُكْرِكَ وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ
“Allahümme einnî âlâ zikrike ve şükrike ve husni ibadetike” Ya Rabbi bana seni zikretmek hususunda yardım eyle diye dua ediyordu peygamberimiz.
عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهَا قَالَتْ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَذْكُرُ اللّٰهُ تَعَالَى عَلَى كُلِّ اَحْيَانِهِ. رَوَاهُ مُسْلِمٌ.
Aişe annemizden rivayet ediliyor. Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimiz “hiçbir anı yoktur ki Cenâb-ı Allah’ı zikretmiş olmasın” buyuruyor. Ân, zamandan bir saniye bir salise.
Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimiz yine buyuruyor ki:
وَعَنْ أَب۪ي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰه عَنْهُ قَالَ: قَالَ رَسُولُ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا مِنْ قَوْمٍ يَقُومُونَ مِنْ مَجْلِسٍ لاَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ تَعَالَى ف۪يهِ إِلَّا قَامُوا عَنْ مِثْلِ ج۪يفَةِ حِمَارٍ وَكَانَ لَهُمْ حَسْرَةً. رَوَاهُ أبُو دَاوُدَ بِإِسْنَادٍ صَح۪يحٍ.
“Bir cemaat yerde oturur da Allah’ı zikretmeden dağılırlarsa, o meclisten ayrılırlarsa, böyle bir cemaat sanki o -affedersin- ölmüş eşeğin lâşesini yemiş gibi oradan pis bir kokuyla ayrılırlar.”Buyruluyor. Söz benim değil işte!
Yani zikrin hayatımızdaki önüme işaret ediyor. Tasavvuf yolunu bilmeyen birçok insanlar var. Bilenler parmakların sayısı kadar az. Ve tasavvuf yoluna yani düşman olanların sayısı fazla. Niçin? Bilmiyorlar da onun için.
اَلْمَرْءُ عَدُوُّ مَا جَهِلَ
“Kişi bilmediğinin düşmanıdır.”
Yani bugün böyledir. Şurada 60-70 seneden beri yani bu düşmanlık var. Ama ondan önce öyle değildi. Size her zaman söylüyorum. Osmanlıları Osmanlı yapan ruh ve kuvvet onlardaki manevi kuvvet ve ruh idi. O manevi kuvvet ve ruhun bağlı bulunduğu şey de işte tekke ve dergahlar idi. Onlara hürmet gösterdiklerinden dolayı Hz. Allah onları 600-700 sene dünya üzerinde payidar etmiştir. Bugünün Amerikası idi dünün Osmanlısı. Evet zaten temeli de tasavvuf ve mânâ ilmi üzere kurulmuştur. Ne zaman ki bunu kaybettik birbirimizi boğazlayan insanlar haline geldik. Evet, yani bugün öyle, bilinmiyor. Çünkü aleyhte durmadan propagandalar yapılıyor. Kötü olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Kötü değil işte tasavvuf size söylediğim bundan ibaret. Bunun İslam’la, Kur’an’la, Hadisle ve âlimlerin-ulemanın sözleriyle çatışacak hiçbir tarafı yok. Zaman zaman derslerimde sizlere arz ederim, söylemişimdir. Bu münasebetle burada da söyleyeyim. Son devrin âlimlerinden İbn-i Abidin büyük bir Hanefi âlimidir. Bu âlim, Bağdatlıdır. Bağdat’ta Mevlânâ Hâlidî Bağdâdî Hz.lerine bağlıdır bu zât. Mevlânâ Hâlidî Bağdâdî bu söylediğim İbn-i Abidin gibi birçok âlimler yetiştirmiş. Bak bunlar tasavvuf yoluna girmiş kimselerdir. Bunları kafamdan uydurup hikaye olarak anlatmıyorum. Tarihen sabit kitaplarda yazılmış olan olaylar. Evet böyle onlarca âlimler yetişmiş İbn-i Abidin gibi. Mevlânâ Hâlidî Bağdâdî Hz.leri öyle yetişmiş. Anlatmıştım bir defa daha tekrar ediyorum. İbn-i Abidin Hz.leri, Mevlânâ Hâlidî Bağdâdî’nin talebesi, tasavvuf ilminin yolcusu, koskoca âlim, onlarca kitap yazmış. Birçok eseri var, büyük âlim, diyor ki: “Ben tahiyyata oturduğum zaman, namazdayken ikinci ve dördüncü rekatta oturduğum zaman, “ettehiyyatu lillahi vessalavatu vettayyibatü”, tahiyyata otururken burada selâm mânâsını ifâde eden “esselâmü aleyke” “Senin üzerine selâm olsun, ey Allah’ın rasûlü” kısmını okuduğum zaman şu baş gözümle peygamber aleyhissalatu vesselâm efendimizi görmez isem o namazı mutlaka surette kaza ederim.” diyor. Onların hayatından size bir örnek veriyorum işte. Yalan değil, gerçek, doğru. Ne zorları var ki bize yalan söylesin? Binlercesinden bir tanesi. İçimizde var mı böyle Allah rasulünü baş gözüyle tahiyyatta gören? İşte tasavvuf bunu yetiştiriyor. Ama olamıyoruz diye ümitsizlenmeyeceğiz. Çalışacağız, gayret sahibi olacağız ki Cenâb-ı Allah da nice şeyler ikram edecek. Belki o şekilde olan yok ama başka şekilde olanlar var. Allah rasulünü baş gözüyle görenler var. O’nun mübarek sözlerini duyanlar var. Çünkü peygamber aleyhissalatu vesselam efendimiz biz inanıyoruz manevi bir hayatla hayydır yani diridir. Onun için işte tasavvuf yolunun güzel inceliklerindendir kalbimizi temizlemek, Allah’ımızın sevgisini kalbimize doldurmak, peygamber aleyhissalatu vesselâm efendimizin sevgisini kalbimize doldurmak. Ondan sonra bu yolun mensuplarının, mürşitlerinin sevgisini kalbimize doldurmak. Bütün müminleri sevmek. İhvanlar olarak birbirimizi sevmek. Evet, bütün müminleri sevmek. Bütün insanlığı sevmek hatta kâfirlere bile acımak çünkü onlar için hazırlanmış olan, hazırlanacak olan azabın şiddetli hiçbir kimsenin aklına, hayaline gelmez. Ve hiçbir kimsede ona tahammül de edemez. Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimiz buyuruyor ki: “Eğer ki bir mümin Allah katında nasıl şiddetli azabın hazırlanmış olduğunu bilseydi hiçbir mümin cennet ümidini taşımazdı. Eğer ki bir kâfir Cenâb-ı Allah’ın katından ne türlü rahmetlerin olduğunu, sayısız rahmet ve merhametin olduğunu bilseydi yani bütün kâfirler cennete girme ümidini taşırdı.” Diyor. Müminler için böyle, kâfirler için böyle. Bu bakımdan demek ki kalıplar değil, kalpler önemlidir. Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam efendimiz öyle buyurmaktadır.
وَعَنْ أَب۪ي مُوسَى الْاَشْعَرِيِّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ مَثَلُ الَّذي يَذْكُرُ رَبَّهُ وَالَّذ۪ي لاَ يَذْكُرُهُ مَثَلُ الْحَيِّ وَالْمَيِّتِ. رَوَاهُ الْبُخَارِيُّ
“Hz. Allah’ı zikreden bir mümin ile Cenâb-ı Allah’ı zikretmeyen bir mümin diri ile ölü gibidir.”(Buhârî, Daavât 66.) Bu kimse namaz kılsa da oruç tutsa da Cenâb-ı Allah’ı zikretmiyorsa o kimsenin kalbi ölüdür buyuruyor peygamber aleyhissalatu vesselam efendimiz.
Yine peygamberimiz buyuruyor:
“Allah’ı zikretmeyen bir mümin kişi harap olmuş, içine uğranılmayan bir yer gibidir, yıkık döküktür her tarafı, kapısı penceresi bacası yıkık döküktür”(Müslim, Müsâfirîn 211.) diyor. Bunun tersi, “Allah’ı zikreden bir mümin ise mâmur bir saray gibidir.” Manasına geliyor. Tamir edilmiş, her şey yerli yerinde girdiğin zaman her şeyi hazır bulursun. Yani onun kalbini kastediyor peygamber aleyhissalatu vesselam. Allah’ı zikretmeyen kalpler harap olmuş, yıkılmış, çürümüş, mahvolmuş evler gibidir. Cenâb-ı Allah’ı zikreden kalpler de mâmur saraylar gibidir. Onların güzelliğine, eşsizliğine dünyada onların güzelliğine hiçbir zaman hiçbir şey denk olamaz denilmek isteniliyor.
Aziz Müslüman kardeşlerim!
Cenâb-ı Allah’tan dileğimiz, muradımız odur ki Cenâb-ı Allah bizi kendisini zikredenlerden eylesin. Zikretmeyen kimseler gâfildir buyuruyor Hz. Allah. Ve Cenâb-ı Allah’ı zikr-u tesbih etmeyen kimselerde münafıklık alameti var buyuruyor Cenâb-ı Allah. O bakımdan zor şeyler değiller. Yani itikat ettiğimiz, bağlandığımız şeylerde sarsılmayalım, şüphelere düşmeyelim. Dedik ya zaman zaman çeşitli şeyler geliyor, söyleniliyor. Kah şöyledir, kah böyledir deniliyor. Efendim hiç ilgisi alakası olmayan bir kâfir güruhla bizi benzetmeye çalışıyorlar. Hiç ilgisi, alakası yok. Biz Müslümanız, müminiz elhamdülillah. Dün de söyledim bizim mezhebimizin imamı İmam-ı Âzâm Hz.leridir. Amelde mezhebimiz odur. İtikatta mezhebimiz de İmam-ı Mansur Maturidi Hz.leridir. Dört mezhep de haktır. Hanefidir, Şafidir, Malikidir, Hanbelidir. Elhamdülillah biz ehli sünnet vel cemaatiz. Yani sünniyiz. Peygamber aleyhissalatu vesselam efendimizin yolundayız. Buralarda da söyleniliyor o şeyler. Evet, onlarla hiçbir ilgisi yok. Bu meclisi tenzihen yani o tip isimleri söylemekten hâyâ ederek bu meclisi kirletmemek için o ismi bile kirletir onları söylemiyorum, siz anlayın. Bunları anlayın. Hiçbir ilgisi, alakası yoktur. Her zaman söylüyorum. Şeriat, İslâm. Kitap, Kur’an-ı Kerim, peygamberimizin sünneti. Âlimlerin içtihadı, mezhep imamlarımızın verdikleri fetvalar. Yani şeriat, ondan sonra tarikat. Ondan sonra hakikat, marifet. Yani şeriat gemisine bineceğiz, tarikat denizinde yüzeceğiz, hakikat incilerini denizin dibinden toplayacağız, Cenâb-ı Allah’ı bileceğiz. Cenâb-ı Allah’a vâsıl olacağız. Onun için tasavvufa yeni intisap eden kimseler kendilerini muazzam denizler içerisinde yüzer görür. Deniz temizliktir. İşte tasavvuf temizlik demektir. Ve denizin içerisinde ne kadar necaset düşerse düşsün fıkhî bir kaidedir pis olmaz. Deniz devamlı temizdir. Onun için ufak tefek necasetler mutasavvıf olan, Cenâb-ı Allah’ı zikreden zakirlerin vücutlarına, cesetlerine düşmüş olsa onların cesetlerini pisletmez, kirletmez. Onlar çünkü tevbeyle her zaman yıkanırlar. Cenâb-ı Allah zamanında bizi tevbekâr olanlardan eylesin. Ufak tefek şeyler söylediğimiz gibi aklı selim sahibi, akıllı olan insanları bu güzel yoldan, bu nurlu yoldan Rasulullah aleyhissalatu vesselam efendimize kadar varıp giden, vâsıl olan yoldan alıkoymaz. Ben her zaman söylediğim bir söz vardır. Eğer kişi bağlandığı şeye ot gibi bağlanıyorsa her rüzgarda eğilir. Ama bağlandığı yer dağ gibi bağlanıyorsa ona hiçbir şey tesir etmez. Ufak tefek öyle şeyler, saçmalıklar, aslı-astarı olmayan şeyler, sözler, tasavvufun aleyhinde olan sözler şunlar bunlar ona tesir etmez. Çünkü bu yol tertemizdir, deniz gibidir. İçine düşen pislikler orada kaybolup gider. Cenâb-ı Allah cümlemizi ıslah eylesin. Yani burada gözlerimiz, göz kapaklarımız kapanıyor. Evet konuşunca o münasebetle faydalı olmaktır amacımız. İnşallah bu yerine ulaşmıştır velev ki bir harf bile olsa. Cenâb-ı Allah cümlemizden razı olsun. Hz. Allah rızasına cümlemizi erdirsin, takva üzere olmayı cümlemize nasip eylesin. Cenâb-ı Allah bizleri kendisini zikreden zâkirlerden eylesin.
سُبْحَانَ رَبِّكَ رَبِّ الْعِزَّةِ عَمَّا يَصِفُونَۚ وَسَلَامٌ عَلَى الْمُرْسَل۪ينَ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ
El Fatiha
Abdullah Demircioğlu
22 Temmuz, 2017
26 Aralık, 2020
31 Ekim, 2015
18 Mart, 2018
19 Ekim, 2020
28 Haziran, 2011
16 Eylül, 2017
13 Kasım, 2009