09 Haziran, 2021 - İzlenme: 2616
Devamsızlık yapmayalım keyfi olarak. Çünkü yevmi zikrin yeri ayrı, cemaat halindekinin yeri ayrı. İster yevmi zikrimizde olsun, isterse cemaat halindeki hatm-i hâcelerimizde olsun, zikirlerde olsun bir şeyler almaya çalışalım. Kalplerimizi çalıştıralım! Siz artık müptedi yani yeni girmiş bir derviş değilsiniz. En az üç sene, beş sene, daha fazla derviş olan arkadaşlar var aramızda. Yani bu yola bağlanalı beri kalbimizi de artık yavaş yavaş çalıştırmamız lazım. Hatm-i hâcelerden sonra bazen veya zikrullahtan sonra bazen zikrullah esnasında veya bazen normal günlük hayatta insan böyle müritlerde saliklerde dalma hali olur. Yani bu korkulacak bir şey değil de bazen arkadaşlarda olursa merak etmesin. Dalma hali veya insanın gözünü bir noktada sabit kalması veya vecd hali, istiğrak hali oluyor. Bunları zaman zaman sizlere izah ediyorum yani yabancı değilsiniz. Bu yolda olanlara aslında hiçbir şey konuşmak da yani istemiyordum ama yine duramadık çünkü her zamanımız bir olmuyor. İnsan bazen hasta oluyor, bir mani oluyor yani bunlar şey halleridir. Bunlardan korkulacak herhangi bir durum yoktur. O halleri olduğu zaman bir lütuf bilmek lazım. Salik o andayken Cenâb-ı Allah'a daha çok yakın olur. Evet, zikrullah yaptığı zaman tüyleri ürperir. Etlerinde bir titreme olur. Vücudunda bir titreme olur. Bunlar korkulacak haller değildir. Yani aşk-ı ilahi veyahut da pirlerin, meşayihlerin himmeti geldiği zaman yani insanda böyle şeyler olabilir. Düşününüz ki bir tele cereyan verdiğiniz zaman ne yapıyor? Değil mi? Elimizde tutsak bize sarsar, değil mi? Cenâb-ı Allah'tan gelen nur, aşk-ı ilahi, aşk, feyiz de öyledir. Bir elektrik gibi de değil belki milyarlarca zerreden bir zerre yani. İşte kâinattaki insanların hepsine geliyor, bizim payımıza da az bir şey düşüyor. Yoksa Cenâb-ı Allah kuluna tecelli etmiş olsa olduğu gibi salikler tam aklımızı yitiririz, aklımızı kaybederiz. Az bir cezbe hali oluyor da insan kendisini bazen yerden yere çalıyor. Bazı salikler var, bazı müritler var. Bunların hallerini garipsemeyin arkadaşlar. Evet, bunların halini garipseyecek bir durum yoktur. Söz nakledilmiştir Peygamberimizden tabii belki sahih olup olmama hususu ihtilaflı olabilir.
“Sizler Cenâb-ı Allah'ı öyle zikrediniz ki, öyle yâd ediniz ki, tesbih ediniz ki sizi dışardan görenler size deli desinler.”
Var mı öyle içimizde Cenâb-ı Allah'ı böyle delicesine zikreden? Tabi vardır mutlaka ama çok olması lazım. Altı milyar insan içerisinde veya bir milyar Müslüman içerisinde hiç değilse böyle oranlama yapacak olursak hiç değilse yani böyle Cenâb-ı Allah'a gönülden bir milyar insan içerisinde, Müslüman içerisinde gönülden zikreden insanların âdetini hiç değilse yarı yarıya olması lazımdır, değil mi? Ama yok! Belki çeyrek bile değildir. O bakımdan,
“Allah'a öylece zikrediniz ki size böyle desinler.”buyurmuştur.
Böyle zikrullah esnasında bu söylediğimiz hallerden salikte -salik diyoruz bu yola giren kişi manasına geliyor. Seyr-i sülük, bunları da artık öğrenmek lazım, bilmeniz lazım veya bir mürit diyelim veya bir derviş diyelim açıkçası- böyle bir hal olduğu zaman etraftaki seslere karşı duyarsız olur, vücudu kas katı kesilir. Yani Allah lütfetmiştir ona bir nebze milyarlarca kalbine düşmüştür, durmuştur ona söylediğim gibi. Hatta vücudunu kesseniz yani kesildiğinin farkında olmaz, acı hissetmez. Onun için bazıları görüyorsunuz buralarından şiş sokuyorlar Rufailer. O hal zuhur ettiği zaman, olur. Sokulur mu sokulmaz mı o ayrı bir meseledir, o ayrı bir durumdur. Yani bu bir haldir demek istiyorum. Herhangi bir ateşi tutabilir veya başka şeyler olabilir, yakmaz onu. Onun için Pir Abdulkadir Geylani Hazretleri’nin ‘od’a yanmaz dervişi” demişler, değil mi? ‘Derviş od'a yanmaz.’ Od, ateştir. Eskiden ateş manasında kullanılıyor. Öz Türkçe’de ‘ateşe yanmaz’ diye söylenmiştir. Yani söylediğimiz gibi bazı seslere duyarsız olur. Mesela çağırsan ismi ile işitmez seni. ‘Ne oldu?’ der veya hatta ağır cevap verir. Çünkü o aslında Cenâb-ı Allah'ın tecellisi ile meşguldür de onun için veyahut da feyz-i ilahi ile meşguldür. Gelen o feyz onun vücudunda her şeyden şey yapmıştır. Ah o tadı insan bir tada bilse, değil mi? O tadı bir tatsa dünyadaki bütün tatları bir araya getirseniz onun zerresi kadar etmez, değil mi? Rivayet edilir ki Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz de Cenâb-ı Allah'a zikir ve tesbih ettiği zamanlar yani çeşitli haller kendilerinde zuhur ederdi. Onun için Hz. Ayşe annemize:
"Enihri ya Hümeyratu"
Yani ‘Hümeyra’ Hz. Ayşe annemizin bir diğer lakabıdır. Hümeyra yani kırmızı benizli manasına geliyor.
“Ey Hümeyra! Bizi uyandır.”
Yani ‘Daldığımız bu halden Beni uyandır.’ diye söylermiş. Yani benimle biraz konuş derdi ki o halden, o lahuti halden ilahi cezbe halinden kurtulmak için Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz birdenbire kurtulamazmış, yavaş yavaş Hz. Ayşe annemizle konuşa konuşa, o halden yavaş yavaş o lahuti halden çıkar ve eski haline avdet ederler. Bir defasında böyle bir hal zuhur etmiş Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimize. Peygamberimiz Hz. Ayşe annemizle konuşuyorlardı:
“Men enti? Sen kimsin?” diye sordu Peygamberimiz.
Bir insan kendi zevcesini tanımaz mı? Hele bir peygamber tabii ki tanır! O da dedi ki:
“Ene Aişetün. Ben Ayşe’yim. Senin eşinim, Senin zevcenim.”
“Men Aişetü? Ayşe kimdir?” diye sordu bu sefer Peygamberimiz.
Bunun üzerine Ayşe annemiz de:
“Ayşe, Ebubekir Sıddık'ın kızıdır.”,diye cevap verdi.
Peygamberimiz tekrar:
“Ebubekir Sıddık kimdir?” dedi.
O da:
“Senin mağaradaki arkadaşın, Senin kayınpederin aynı zamanda.”
Bunları söyleyince Peygamber aleyhisselatu vesselam Efendimiz ile Hz. Ayşe annemizle arasında böyle konuşmalar geçti. Hz. Ayşe annemiz anladılar ki kendisi demek ki bir başka haldedir. Yani o anda daha doğrusu Rabbi ile meşguldür. O halde onun için kendi haline bırakmış, biraz konuşmuş, ondan sonra o halden çıkmıştır. Allah celle celaluhu! İşte o bakımdan insanlarda, Mü'minlerde bu hal olur. Onun için diyoruz ki,
Mü'min kardeşlerim!
Tabii birazcık da gayret göstermek lazım. Evet, biraz çalışmak lazım. Öyle tabi çalışmadan gökten de altın, gümüş yağmıyor. Meşhur bir sözdür.
“Şeyhim himmet!”diye söylemiş bir mürit.
“Evladım hizmet!”demiş.
Yani burada hizmetten kasıt tabii ki tesbihini çekeceksin, onu yapacaksın. Hizmet yani bu tarikte hizmetin olacak. Ondan sonra da bak bakalım bu pınar, bu menbe-i feyz-i vel kemâl tarikat Aliyyeyi Kadireyye, menbe-ı feyzi vel kemâl böyle bitmeyen, tükenmeyen bir hazinedir, kesilmeyen bir hazinedir, bir pınardır, akar gelir.
Cenâb-ı Allah:
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ
“Nefislerini kurtaranlar, tezkiye edenler, temizleyenler kurtuldu.” (A'lâ Suresi, 14) buyuruyor.
Ve sonra;
وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ
“Rabbinin ismini zikredip namaz kılanlar kurtuldu.”(A'lâ Suresi, 15) buyuruyor.
Hacı Mustafa Hayri Baba -Allah rahmet eylesin, şefaatine bize nail kılsın, bizi bu yolun kabul edilmişlerinden, hesabı görülmüşlerinden eylesin- O kendisi öyle derdi zaman zaman:
“Evladım! Biz istemiyoruz. İstesek dergâh, zikir halkamız dolup dolup taşardı, bizi dünyada tanımayan kimse kalmazdı.”
Öyle buyurmuş kendisi. Onun için öteki bazı böyle kimseler kadar diyelim meşayihler kadar meşhur olmamıştır. Yani ‘Şöhret afettir!’ diye uzlet köşesine çekilmiştir, yalnızlık köşesine çekilmiştir. Ve sonra, arkadaşlar, bir de şu durum vardır. Yani bir kimse şeyh, meşayih hususu bu biz meşayihler dediğimiz zatların, bunların tasarruf yetkileri var yani eşyaya tasarruf etme yetkisi var. Eşya dediğimiz cisimlere. Tasarruf yani hükmünü geçirme yetkisi. Hayvanata, cemâdata yani canlı cansız olan şeylere, insanlara yetkisi var. Ben şöyle diyeyim daha iyi anlayasınız diye. İbrahim Ethem Hazretleri tacını, tahtın bırakıp da çobanlığa girdiği zaman aradan bir epey zaman geçiyor. Sonra gezerken dolaşırken sarayın artık ileri gelenlerinden bir kişi onu çoban kıyafeti ile görüyor. Hemen eline yüzüne sarılıyor, öpüyor.
“Senin bu halini görmek beni ürkütüyor. Ne olur sarayın başına gel orada türlü nimetler var. Üstünle perişansın. Aç mısın, susuz musun?”
O esnada İbrahim Ethem Hazretleri de elinde iğnesi bir suyun kenarında veya denizin kenarında elbisesinin yırtıklarına dikiyormuş.
“Git başımdan. Ben halimden memnunum, ben Rabbimi buldum. Ben o saltanatı ne yapayım? Gerçek saltanat budur bu dervişlik, Allah'a kul olmak ve bu sevdada olmak. Git!”
Yalvarıyor, yakarıyor, ikna edemiyor bu saray görevlisini İbrahim Ethem Hazretleri. O esnada demek ki hal öyle olacak İbrahim Ethem Hazretleri elindeki iğneyi atıyor suya.
Ondan sonra:
“Balıklar o iğneyi bana getirin.” diye söylüyor.
Bu kadar itham. Ondan sonra bir sürü balık ağzında iğne İbrahim Ethem Hazretleri’nin ta yanına kadar geliyor. Tabii bu bir keramettir, zuhur etmiştir. Yani o saltanatı o saltanata tercih etmiştir. Tasarruf yetkisi vardır derken işte bak hayvanlara Allah'ın izniyle tabii Allah murat etmedikten sonra olmaz! Ama Cenâb-ı Allah sana ‘kulum’ diyecek… İbrahim Ethem derecesinde hele bir olalım bakalım. Daha neler neler Cenâb-ı Allah ihsan eder… Sonra tabi bunlar da aslında istenen şeyler değildir. İbrahim Ethem Hazretleri orada mecbur kalıyor. Veliyullah mecbur kaldığı zaman böyle kerameti gösterir. Onların kerameti de haktır. Biz buna inanıyoruz. Çünkü bizim akaidimizde, akāidü'n-nesefî’de böyle kayıtlar var. Yani tasarruf yetkisi var derken bir velinin bunu kastediyoruz. Bir örnek verdim. Hayvanlara veyahut da canlı cansız şeylere tasarrufu vardır. Gerçek kâmil bir veli, evliya, şeyh, meşayih bir kimseyi müridi olarak almak isterse, isterse Rusya’da olsun, Sibirya’da olsun onu oradan tutar çeke çeke dergâhın eşiğine kadar getirir. Yeter ki onu istesin. Çünkü tasarruf yetkisi vardır. Tabi istemezlerse olmaz! Siz bilmiyor musunuz Hacı Bayram-ı Veli’nin Akşemseddin Hazretleri’ni Şam’dan boynuna zinciri takarak Ankara’ya getirmesini? Hem de boynuna zincir takarak getirmiş, değil mi? Yani nasıl canlılara tasarruf edebiliyorsa cansızlara da tasarruf etme yetkisi vardır. Allah murad ettikten sonra olur! Peygamberlerde olursa mucizedir. Allah’ın sevgili kullarında olursa keramettir. Tamam mı? Bunu da unutmamak lazımdır. Hacı Mustafa Hayri Babamız öyle buyuruyorlar:
“İsteseydim zikir halkamı müritlerle doldurup doldurup taşardı, erkek kadın. Ama istemedik.Bu yola bağlı olan on kişi olsun sadık olan, bin kişiden daha hayırlıdır.” diyor.
Ve tabi çok doğru. Değil mi? Rabbimiz bizi bağlılarından eylesin, kabul edilmişlerinden eylesin…
Abdullah DEMİRCİOĞLU
16 Şubat, 2013
19 Şubat, 2024
30 Ağustos, 2014
10 Kasım, 2017
16 Şubat, 2013
26 Şubat, 2024
26 Aralık, 2020
17 Haziran, 2003