18 Mart, 2024 - İzlenme: 978
Şeriat, tarikat, hakikat ve mağrifet, tasavvufta dört esastır. Son zamanlarda tasavvuf ve tarikatların haddinden fazla yıpratılmaya çalışıldığını görüyorum. Tarikat, tasavvuf vardır. Ancak tarikat adı altında çıkmış olan sahtekârlar da vardır. Bana göre %90 sahtekârlarla dolmuş belki de daha fazla. Tanınmak, çıkar elde etmek amacıyla batıl olan şeyler yapıyorlar. Şeriatsız tasavvuf, tarikat olmaz. Bu hataları yapanların vay haline! Biz bu hususta sadıklardan olalım, bağlılardan olalım. Hiç kimse hatasız değildir. Herkes hata edebilir. Ancak hatalardan tevbe edilmelidir. Benim bizzat şahit olduğum bir olayı anlatmak isterim. Bazı arkadaşlar diğer tarikatlarda olan şeylere merak sarmışlardı. Mazhar adı verilen defe benzeyen ve zikir esnasında çalınan aletile mürşidimize gelerek:
- Bizden kabiliyetli olanlar çalsa da bizde zikrimizi bu şekilde ifa etsek mi? diye sorunca mürşidimiz kızdı.
- Olmaz, dedi.
O, hayatı boyunca dinde, şeriatta olmayan hiçbir şeyi koymamıştır. Gerçek temsilci, gerçek altın silsile budur. Biz de bu yolda olalım. Bu yolda samimi olanlar bizim başımızın üzerindedir. Hepimiz Rasûlullah'ın (s.a) getirdiği ahkâmdan nemalanıyoruz. Manevi gıdamızı alıyoruz. Bir başkasına büyü yapmak, kendi çevresini çoğaltmak, mal mülk elde etmek için batıl yollara başvuran insanların tarikatla hiçbir alakası yoktur. İslam böyle bir şeyi emretmez. Yapanlar pişman olsunlar, tevbe etsinler ve bu yolu doğru şekilde temsil etsinler. Biz her an nefsimizle mücadele ediyoruz. Doğru olmayan kişilerle de mücadele edip onlara doğru yolu göstermeliyiz.
Hoşuma giden bir sözü sizinle paylaşmak isterim. Bir topluluğu idare eden makul ve tedbirli insanlar herhangi bir sebeple ayrıldılar mı geride kalanlar arasındaki bağlılık gevşer. Tıpkı başkumandanı ölen bir ordunun maneviyatının bozulması gibi. Tedbir dinimizde önemli bir husustur. Bunun için Peygamber Efendimiz (s.a) "Tedbir, gibi akıllılık yoktur."[1] buyurmuştur. Tedbiri alda kadere hata bulma, demişler. Onun içindir ki tedbir almamız lazım.
Bizi dilimizden kopardılar, dinimizden de koparmaya çalıştılar. Ama bu dinin sahibi Allah'tır. Rabbimiz bize müjdeler verdi ve buyurdu ki: "Siz Allah'ın dinime yardım ederseniz, Allah'ta size yardım eder."[2] Allah'ın rızasını alabilmek, doğruyu temsil edebilmek, bu güzel yola batıl karıştırmamak gerekir. Tarikatta şöyle bir söz vardır: "İhanet ederseniz, cezasını da görürsünüz." Ben talebelik yıllarında iken dinine bağlı bir delikanlıydım. Namazında, niyazında biriydim. İlahiyat Fakültesine geldiğimde tasavvufla tanıştım. Bu vesile ile şevkimiz, zikrimiz arttı. İnsanlara tasavvuf yolunun hak olduğunu gücüm yettiği kadar anlatmaya çalışıyordum. Arkadaşlarla sohbet ediyor, bazen mektupta yazıyordum. Bir gün bir arkadaşım odama geldi. Yatağın bir ucunda o, diğer ucunda ben oturuyorduk. Biraz konuştuktan sonra tasavvuf ve tarikattan söz açıldı. Ben de o zamanlar keskin sirkeyim. Bir idealim var insanlığa bir şey anlatabilmek. Arkadaşım olumsuz tarikat mensubu kişilerden aldığı bilgilerle bana hücum ediyordu. Tabi bu konularda bilgi seviyesi çok düşük amacı not alıp sınıf geçmek. Ona ayet söylüyorum, hadis söylüyorum olmuyor. Tasavvuf hakkında bilgi veriyorum. Sohbet esnasında arkadaşımda bir değişiklik oldu. Bir anda "Allaaah" diye sayha atıp secdeye kapandı, ağladı, inledi. Ne kadar o vaziyette kaldı bilmiyorum. Secdede o kadar kalmıştı ki alnının ortası kıpkırmızı olmuştu. Bu olay da Allah'ın bir lütfu inayetidir. Sonra secdeden kalktı ve bana dönüp:
- Beni o şahsa götür, dedi. Sonra onu alıp mürşidimize götürdüm. Ondan inâbe aldı. Ama ne zaman ki mürşidimiz dar-ı bekâya intikal etti bu yolda olan bazı arkadaşlardan nefse kapılıp makam, mevki edinmek isteyenler oldu. Şimdi o arkadaşımız da müşrik mi, kâfir mi, münafık mı bilemem ama hâl ve hareketleri hiç Müslümana, hele hele tarikat ehline benzemiyor. Yaşadığı bu durum da onun ihanetinin bir cezasıdır.
Bizler Allah'ın veli kullarından olmaya çalışalım. Sevgili Peygamberimiz "Muhakkak ki kul nafilelerle Allah'a yaklaşır ve O'na yaklaştığı zaman onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur."[3] buyurmuştur. Ben kulumu severim. O benim veli kulum olur. Ondan sonra can alıcı bir nokta atışı yapar Cenâb-ı Allah ve buyurur ki: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp açarım."[4] Bu harp hiçbir ordunun hiçbir ülkenin açtığı harbe benzemez.
Allah bir kuluna makam nasip ederse onu kimse alamaz. Ancak tasavvuf makam, şan, şöhret ya da mal mülk edinmek için değildir. Bizim görevimiz, İslam'a uygun olmayan şeylerden uzak durmaktır. Size bir örnek vermem gerekirse; eski tarikatlardan -gerçi günümüzde de hala tek tük de olsa devam eden- adına Melâmi denilen tarikatta şöyle bir uygulama vardı. Ramazan ayında sözde nefislerini levm etmek amacıyla akşamdan niyetlenmez. Gündüzleri de dışarıda sigara içer, yemek yer ki insanlar onun için Ramazan ayında nasıl bunu yapabiliyor? desin diye. Hatta bazıları içki de içiyormuş. Sözde o kimse böyle yaparak kendi nefsini ayaklar altına almış sayar. Böyle bir anlayış olabilir mi? Günah işleyerek nefis hiç levm edilir mi? Nefsi levm etmenin de bir usûlü vardır. Bu şekilde insanlara kötü örnek olduklarının ve dinen yasak işlediklerinin farkında bile değiller. Bu davranış İslami değildir. Ramazan ayında keyfi olarak oruç bozuyorsun. Hz. Peygamber (s.a) "Özürsüz olarak oruçtan bir gün yerseniz siz bütün seneyi oruçlu geçirseniz o bir günün yerine geçmez."[5] buyuruyor.
Ucub; kendini başkalarından üstün görmek, nefsini beğenmektir. Bunu yapmamak gerekir yoksa günahların önü açılmış olur. İnsanları İslam ve Müslümanlar hakkındaki olumsuz düşüncelerden uzak tutmalı, İslam'ı iyi anlamalı, İslam'ın ve tasavvufun güzelliğini olduğu gibi insanlara aktarmalıyız. Allah bizleri bu yolda muvaffak eylesin.
*Abdullah Demircioğlu - Hadislerle İnsanlığa Sesleniş derslerinden alıntıdır
[1] İbn-i Mâce, 2/1410.
[2] Muhammed 47/7.
[3]Buhari, Rikâk, 105.
[4] Buhari, Rikâk, 105.
[5]Ebû Dâvûd, 2/314.