06 Nisan, 2010 - İzlenme: 1740
Yaratan ama yaratılmış olmayan, rızıklandıran fakat rızıklanmaya ihtiyacı olmayan, tek kuvvet sâhibi, her hayrın ve güzelliğin mutlak kaynağı, zuhûrunun, yâni apaçık görünüşünün ve yakınlığının şiddetinden dolayı bâtın olan, eserleriyle ve eserlerindeki nâmütenâhî tecellileriyle zâhir olan, bir ve tek olan, âlemlerin yüce Sultânı Rabbimiz olan Allâh’a (celle ve alâ); sonsuz ve en beğendiği, hoşnûd olduğu hamdlerle hamd ederiz. İnsanlığın var oluş sebebi, kendi içimizden gönderilen, Allâh’ın Sevgilisi, Enbiyânın Sultânı, evliyânın baş tâcı Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’ya (s.a.s) ve seçkin âl ve ashâbına sayısız salât ve selâmlar gönderiyoruz... “Hayru’n-nâs men yenfe‘un-nâs” “İnsanların en hayırlısı insanlara hayırlı, faydalı olanıdır” hadîs-i şerifine göre amel etmek amacıyla, rûhumuzun derinliklerinden, kalbimizin dilinden içimizi titreterek kopup gelen şu çağrıya uyup bir hizmet amacı ile ‘Bismillâh’ dedik... Neydi bu bizi titreten çağrı? “Din kardeşlerinize, dolayısıyla bu dine faydalı olun...” Biz de; en güzel hayır tükenmeyen hayırdır, bu ise ilimdir, irfandır, sevgidir diyerek, bu dine hizmet eden değerli ilim adamlarımızın kıymetli yazılarını ve gönlündeki aşk, vecd ve heyecânı kaleme dökmeye kâbiliyetli olan kardeşlerimizin yazılarını belli zaman aralıklarıyla sizlere ulaştırmak istedik. Ve şu an elinizde tuttuğunuz çalışma ZUHÛR etti... Bu niyetimizi hâlis kılmasını Mevlâmızdan (c.c) niyâz ederiz. Bu zuhûr edişin zamanı olarak, âlemlere rahmet olarak gönderilen ve şu içinde bulunduğumuz ‘Kutlu Doğum’ ayında kevn ü mekânı, kâinâtı şereflendiren, Efendimiz Hazret-i Muhammed Mustafa’nın (s.a.s) Mekke’de zuhûr edişi hâtırâsına Nisan ayını seçtik... Düşünmelidir ki biz, Efendimizi (s.a.s) iyi tanımalı, şu büyük imân ve İslâm nimeti için kendimizi O’na müteşekkir hissetmeliyiz. Bu da pek tabii O’nun bizim için yaptıklarını öğrenmekle, O’nu sevmek ve yolunda yürümekle olur. Kısa bir düşünce ve tarih tayy-i zamanı yapalım. Zamanı dürelim ve geçmiş gözümüzde canlansın. Yer Mekke. Efendimiz (s.a.s) Kur’ân-ı Mübîn’i okudu diye müşrikler O’na hakaret ediyor. Allah’a davet ettikçe işkencelere maruz kalıyor. Namaz kılarken mübârek sırtına dökülenler, öpülesi ayaklarına batsın diye yollara serpilen dikenler ve eziyetler eziyetler... Bir-iki avuç hurmayla bir ay geçirecek bir durumda bırakılış ve diğer ashâba (r.anhüm) yapılanlar... Yer Tâif. Hayat veren dâvete çağırış ve taş yağmuruna tutuluş… Buna rağmen yüce dilinden azim dua: “Affet! Bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı.” Bunca ezâ ve cefâya katlanmak neden? Kendi asrında bir kavim iman etsin diye mi? Yoksa kıyâmete kadar her insan bu hidâyet güneşinden gönül aynasını nurlandırıp Hakk’a güzel bir kul olsun diye mi? Elbette ikincisi. Şimdi zamanı ileri alalım. Yaşadığımız hayat, Efendimizin (s.a.s) çektiği sıkıntıya karşı bir teşekkür müdür yoksa bir boş vermişlik midir? Eğer teşekkür ise biz zaten O’nun izinden yürüyoruz demektir. Eğer boş vermişlik ise hayatımız nefsânî, şeytânî istekler çizgisindedir. Hemen silkinelim, kendimize gelelim, Allah’a (c.c) ve O’nun şanlı Rasûlüne dönelim. İşte bu dergi bâtıldakini Hakk’a, gaflettekini huzûra, dalâlettekini hidâyete, dini heyecana, huşûa, aşka birliğe Kur’ân ve Sünnete çağırma amaçlı bir çalışmadır. Hazırlayanlara, emeği geçenlere, destek verenlere ve okuyanlara faydalı olmasını ümit eder cân u gönülden selam ve mahabbetlerimizi arz ederiz... Zuhûru perde olmuştur zuhûra Gözü olan delil istermi nûra...