İnsanlığın bugün hiç ehemmiyet vermediği haklardan birisi de ferdin fertte olan haklarıdır. Hiç üzerinde durulmuyor. “Kul hakkı” ödenmesi, daha doğrusu şöyle demek daha uygun düşer; Kıyamet gününde hesap verilmesi en zor haklardandır. Bundan kurtuluş olmayacaktır. O halde ne yapılmalı, denilecek olursa bu da bellidir. Birincisi, hiçbir kul hakkına tecavüz edilmemeli, şayet edilmişse hak sahipleri ile mutlaka can u gönülden helalleşilmelidir.
Öyle “hakkını helâl et, ettim…” sorulu cevaplı yapılan helalleşmenin hakkı düşüreceğini ummamak lâzımdır. İki taraf da içten, samimi olmalıdır. Aksi takdirde âhirette bu hesaplaşma hüsran ile neticelenebilir. İşte bakınız, Rasûlullah (s.a.s) ne buyuruyor:
“Kimin yanında kardeşine ait haksız, alınmış bir hak varsa, o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helalleşsin. Gerçek şu ki, kıyamette hiçbir altın ve hiçbir gümüş yoktur. Kardeşinin hakkı için kendi sevaplarından alınmadan evvel, dünyada onunla helalleşsin. Âhirette zalimin o hakkı karşılayacak sevapları bulunmazsa, kardeşinin günahlarından alınır da o zalimin üzerine atılır.” (Buharî, Rikâk/48)
Cenâb-ı Allah’ın da kullar üzerinde yapmalarını istediği ve yapılmasını yasakladığı haklar vardır.
Fakat en ağır haklar, kâfirlerin hakları ve hayvanların haklarıdır. Hele hele, kısaslaşma gerçekleştikten sonra onlar (hayvanlar) toprak olacağına göre hesaplaşmanın korkunçluğunu düşününüz.
Medeniyetin getirdiği yenilikler, icatlar ve bunların usulüne uygun kullanılmaması kul haklarını artırmaktadır. Yazılı, sözlü sataşmalar, gönül kırmalar, el kol hareketleriyle istihza etmeler yüzlerce kul haklarının doğmasına sebep olur. Bunun gibi umumun geçtiği yollar, araba sürücülerinin gasp ettiği hukuk düşünülecek olursa insanlığın vay haline!
“İnsan başıboş bırakılacağını mı zannediyor?” (Kıyâme Sûresi, 75/35)
Ya komşu haklarına, akraba haklarına, ana-baba haklarına ne demeli?
Çok iyi durumdayız, iyi gidiyoruz diyerek moral verme havasına kalkmak doğru değildir. Şehirlere, köylere ve topyekûn topluma, şu ihtiyar dünyada yaşayanlara, haksızlıklara, kan gölüne dönmüş ülkelere bir nazar atfetmemiz, benim ne demek istediğimi anlatmaya yeter sanırım.
Dünya S.O.S veriyor, son nefesleri… Ve (ondan) ölüm döşeğinde can hulkuma (boğaza) gelmiş hastanın nefes hırıltılarına benzer hırıltılar geliyor.
Dünya kaynıyor. Magmadan korkunç acayip sesler geliyor. Doğru dürüst yorumlayacak kişiler aranıyor.
Müslümanlar, suçu birbirlerinin üzerlerine atmasınlar!
Rabbimiz bizlerden iyiliği emreden, kötülüklerden nehyeden bir ümmet istiyor.
Peygamber (s.a.s) yemin ve tekitle;
“Vallahi, le te’murunne bi’l-ma‘rûf… / Yeminle söylüyorum ki, suret-i kat’iyyede (kesinlikle) sizler ya iyiliği emreder ve kötülükten nehyedersiniz. Ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten/9) buyurarak, bizleri uyarıyor.
Peygamberimiz Vedâ Hutbesinde:
“Ey insanlar! Sizin kanlarınız, mallarınız, ırzlarınız Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır.”
Bu hutbede o şöyle tavsiyede bulunuyor:
“Kimin yanında kardeşine ait haksız alınmış bir hak varsa o haksızlıktan dolayı hak sahibiyle helalleşsin!”
O (a.s) yine bir sohbetlerinde ashabına şu soruyu sormuştur:
“Müflis kimdir?”
Sahabiler cevaplarında dünyadaki iflası anlamışlar, öyle cevap vermişlerdi. Fakat O, gerçek müflisin, dünyadaki iflas olmadığını beyanla şöyle buyurmuştur:
“Dünyada kul hakkıyla âhirete gelmiş, hak sahipleri haklarını ondan almak için ne kadar sevap, hayr u hasenatı varsa ondan almış ve hala alacaklılara bu kâfi gelmeyince, alacaklıların günahları da onun sırtına yüklenerek, cehenneme atılmıştır. İşte bu gerçek müflistir.” (Müslim, Birr/59; Tirmizî, Kıyâmet/2)
Hadis-i şerifi özetleyerek aktardım. Buna göre durumun vehâmeti ortadadır. Kavga etmek, kan akıtmak, bağırmak, çağırmak, yüksek sesle insanları rahatsız etmek ve hatta şunu da söylemek gerekir ki; Ezan-ı Muhammedi’yi belli bir desibelin üzerinde okutmak, okutturmak, buna müsaade etmek, müezzinlerin mikrofona var gücüyle yüklenmeleri, hele hele makamsız makamsız okumaları nasıl bir hak olduğunu okuyucularımın takdirlerine bırakırım.
“Ve’l-‘âkibetu li’l-muttekîn / Hayırlı akıbet Cenâb-ı Allah’tan korkanların olacaktır.”
“Muhakkak ki kıyamet gününde her hak sahibi karşı taraftan (hakkını) alacaktır. Boynuzlu koyunun boynuzsuzdan hakkını aldığı gibi…” (Müslim, IV, 1937)