Biz Neredeyiz?

Gelecek Önünüzde Keşfedilmeye Hazır
Kötülük emredilecek, iyilik nehyedilecektir!

Peygamberlerden Hz. Yusuf, cilve-i Rabbanî olarak kardeşlerinden gördüğü ihanet neticesinde kuyuya atılmıştı. Kafile onu oradan çıkarıp alıp götürmüş ve Mısır’da satıvermişti. Sarayda yaşarken başına bir iş gelmiş, suçsuz olduğu halde suçlanmış ve zindana atılmıştı. Hz. Yusuf, şöyle demişti:

“Ey Rabbim, zindan bana bunların davet edegeldikleri şeyden daha sevgilidir. Eğer sen bunların tuzaklarını benden döndürmezsen, onlara meyleder, cahillerden olurum.”“(Yûsuf Sûresi, 12/33)

İşte yüksek şahsiyetlerin ahlâkı budur. Başta peygamberler, sonra da onları takip edenler... Büyük-küçük günahlara devamlı kapalı olmak, bunun için ölüm ve zindanlarda çürümeye razı olmak... Dün de bugün de ve kıyamete kadar gelecekte de SÜNNETULLAH böyle yürüdü, bundan sonra da böyle yürüyecektir.

Kim ki hak yola samimi ve ihlasla insanları davet etmiştir, o mutlaka ezaya, cefaya, işkenceye hatta ölüme maruz kalmıştır. Gelmiş geçmiş peygamberleri, Hakk’a âşık, Hakk dostlarını düşünün! O’nun rızası için âhireti dünyaya tercih etmişlerdir. Günümüzde kırılmalar olmuş olabilir. Bir yol cennete, bir yol da sa’îre/cehenneme gider. Herkes hür iradesiyle tercihini yapar.

Âyeti düşünürsünüz de tarihin sayfalarından neler neler aralanır. Anlamaya çalışırsınız anlayabildiğiniz kadar. Bunlardan dört mezhebin kurucuları; Ebû Hanîfe (Numan bin Sâbit), Mâlik bin Enes, Muhammed bin İdris eş-Şâfiî ve Ahmed bin Hanbel eş-Şeybânîleri hatırlamamak mümkün mü? Allah (c.c) onlardan razı olsun. Bu zevât-ı kirâm, İslâm fıkhını anlattılar, zamanlarında bir güneş gibi oldular, nur saçıp dünyayı aydınlattılar. Hala da aydınlatmaya devam ediyorlar. Buna rağmen bunların hiçbirisi meşakkat ve eziyetten kurtulamamıştır.

Sözün ucu buraya gelip dayanınca Resûlullâh’ı ve onun sahabilerini hatırlamamak mümkün değildir. İnsanların bela ve imtihan bakımından en şiddetli musibete maruz kalanları onlar... Ondan sonra da sıra ile diğerleri gelir.

İşte müthiş bir sahne!

Hakk’ı tebliğde Kâinatın Efendisi yorulmuştur. Düşüncelidir. Kâbe’nin gölgesinde istirahat ediyorlar. Kavminden gördüğü kötülüklerden dolayı üzüntülüdür. Kendisi de ashabı da çok sıkıntılıdır. İşte tam bu sırada birkaç sahabi huzuru Peygamberî’ye varır, Kureyş’in işkencesinden şikâyette bulunur. Onların helaki için dua etmesini ister. İstirahat etmekte olduğu mübarek mekândan doğrulan Resûlullâh, onlara geçmiş ile gelecekte olanları karşılaştırarak şöyle der:

“İşkencenin sınırı korkunçtur. Sizden önce inananlara öyle işkence yapılmıştır ki, onlar canlı halde derileri yüzülmüş, vücutları demir taraklarla kıyma haline getirilecek şekilde lime lime doğranmış, fakat onlar dinlerinden asla dönmemiş, sabretmiş böyle bir işkence altında teslim-i rûh etmişlerdir.”

O, devamla ashabının acele etmemesini, yakın gelecekte kurt-kuzu misaliyle benzetme yaparak, tam bir emniyet ve huzurun gelecek olduğunu da haber vermiştir. (Buhârî, VIII, 56; Ahmed b. Hanbel, V, 11; Ebû Dâvûd, III, 47)

Bunlardan ibret alarak davet ve tebliğden asla uzak durmamak, hakkı tavsiye ederek, sabrı tavsiye ederek, cihad ruhuyla mutlu İslâmî bir hayat yaşamak lazımdır.

Kadılık makamı tam iki defa İmam-ı A’zam’ın önüne kondu. Kabul etmedi. Kabul etmesi için ısrar edildi, tehdit edildi, yine kabul etmedi. Hapsedildi, kendisine yüz kamçı vuruldu da yine kabul etmedi. Tepesinden ayaklarına varıncaya kadar kanlar içinde olduğu bu acıklı durumda, annesi onu görünce çok üzüldü, gözyaşları içerisinde ona yalvararak kabul etmesini istedi, fakat nafile... İmam-ı A’zam son olarak şunu söyledi.

“Ben dünyalık istemiş olsaydım bu kadar dövülmezdim. Ben, Allah rızasını ve ilmin muhafaza edilmesini istedim.”

İmam-ı Mâlik’e gelince, ona da “talak-ı mükreh”ten soruldu, fetva istendi. Soranların maksatlarının ne olduğunu çok iyi biliyordu. Fetvayı şöyle verdi:

Zorla boşamaya icbar edilene talak vaki olmaz.”dedi. Vali, İmam’ın bu fetvasına kızdı, kendisine yüz kamçı vurulmasını emretti. O kadar şiddetli dövülmüştü ki omuzları, sırtı lime lime olmuş, kan-revan içinde kalmıştı. Bu halde iken şehrin sokaklarında ilk fetvasını tekrar edip durmuş, “TALÂKU’L-MUKREHİ LÂ YEKA’ demiştir.

İmam-ı Şâfiî ise Yemen’de bulunduğu bir sırada aleyhinde çıkartılan dedikodular sebebiyle Reşid halife onu San’a’dan Bağdat’a bir ilim adamına yapılmayacak şekilde, elleri ayakları zincirlerle bağlı olarak getirtti. Halifenin yanında kılıç darbeleriyle kendisine işkence edildi. Fakat o hiç tavrını değiştirmedi. Bu işkencede korkuyu bile aklından geçirmedi. Sonundan kaybeden yine Halife Reşid oldu.

Halife Mu’tasım, İmam-ı Ahmed b. Hanbel eş-Şeybânî’yi kendi hilafetinin geçerliliği hususunda fetvaya zorladı. Kabul etmedi. Bayılıncaya kadar dövüldü, sonra da evine hapsedildi. Kimse ile görüştürülmüyordu. Hiç kimse de onu görmeye gidemiyordu.

Onlar böyle imtihan olunmuşlardı. Dosdoğru geldiler ve öyle de gittiler.

Onun için soruyoruz, BİZ BU İŞİN NERESİNDEYİZ?

“Andolsun sizi imtihan edeceğiz. Ta ki içinizden mücahidleri ve sabredenleri açığa çıkartalım. Haberlerinizi açığa çıkartalım.”(Muhammed Sûresi, 47/31)

Kaydedildiğine göre Fudayl Hazretleri bu âyeti okuduğunda hıçkıra hıçkıra ağlar ve “Allah’ım bizi imtihan etme! Çünkü Sen bizi imtihana çekersen, rüsvaylığımızı, sırlarımızı açıklamış bizi azaba uğratmış olursun.” dermiş.

Dergiye yazının yazıldığı zaman Hicri 1434/Miladi 2013 Ramazan ayının on dördüncü Pazartesi günü idi. Hayır sahiplerinin bu mübarek ayda hayırlarını artırması tavsiye ediliyordu. Çünkü hayırlara mükâfatlar bu aya mahsus kat kat oluyor. Günâhkarlar, günâhlarına ara versinler veya hiç yapmasınlar veya azaltsınlar şeklinde bu aya hürmeten emirler, tavsiyeler var. Bozulma öyle almış yürümüş ki, bu felaketi görmemek mümkün değildir. Artık hürmet kalktı, alenen başkaldırma, iki âlemin Rabbine karşı isyan var. Yollarda, parklarda, arabalarda işlenen günahlar artık büyük şehirlerden küçük şehirlere, kasabalara köylere kadar sirayet etmiştir. Emr-i bi’l-ma’rûf, nehy-i ‘ani’l-münker yapanlar yoksa toptan felaketler, zelzeleler, sel baskınları, yerin içine batma olaylarını beklemek lazımdır. Bu hususta okuyanlara ikaz olur gayesiyle Resûlullâh (s.a.s)’ın şu hadisini verelim.

“Kadınlarınız azdığı, gençlerinizin fısk u fücûrla bozulduğu ve siz de cihadı terk ettiğiniz zaman haliniz nasıl olur!”dediler. Oradakiler:

“Bu olay mutlaka olacak mıdır ya Resûlallâh?”dediler. O’da:

“Evet, nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yeminle söylüyorum ki, bunlar mutlaka olacaktır.”

Yine Resûlallâh (s.a.s):

“Sizler, iyiliği emretmeyi kötülükten de yasaklamayı terk ettiğiniz zaman haliniz nice olur!”diye buyurdular. Ashâb:

“Bunlar gerçekte olacak mıdır ya Resûlallâh?”dediler. O da:

“Evet, nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yeminle söylüyorum ki, bunlar da mutlaka olacaktır.”

Üçüncü defa Resûlallâh (s.a.s)

“Kötülüğü emredip iyilik yapmayı yasakladığınız zaman yine haliniz nasıl olur!”buyurdular da sahabiler:

“Bunların olacağı kesin midir?”diye sordular. Peygamberimiz aynı cevapla karşılık verdiler de şöyle dediler.

“Evet, bunlar nefsimi kudret elinde tutan Allah’a (c.c.) yeminle söylüyorum ki mutlaka olacaktır.”dediler de (akabinde buyurdular ki);

Hakk celle âlâ Hazretleri şöyle buyurdular:

“Azametime yemin ederek söylüyorum ki, onları içlerinde halim olanı hayran bırakacak müthiş bir fitne ile mutlaka imtihan edeceğim.”

Bu hadiste, Resûlallâh’ın onlarca mucizesinden birçokları gibi burada da bizlere haber verilmiştir. İnsanlık bu fitnelerle mutlaka denenecektir. Bu fitneler sebebiyle mü’min, münafık, kâfir ayırt edilecektir. Kömürle altının ayrıştırıldığı gibi her şey ortaya çıkıp belli olacaktır.

Haber verilen fitneler, toplumun bel kemiğidir. Beli kırılan toplum yok olmaya mahkûmdur. Kadınların azması ailenin mahvına, gençlerin füccâr olması istikbalin yok oluşuna ve canla, başla, mal, mülk ve dil ile cihadın terk edilişi ise çok büyük felaketlere sebeptir. Yine belirtildiği üzere, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ortadan kalkacak ve bu muazzam tebliğ müessesesi ters yüz edilecektir.

“KÖTÜLÜK EMREDİLECEK, İYİLİK NEHYEDİLECEKTİR!”

Aman Allah’ım,  ne korkunç bir durum! Cenâb-ı Allah’ın desteğinde olup konuşan, haber veren Peygamber ne müthiş mucizeleri haber veriyor.

Hadiste sahabilerin ayrı ayrı üç defa sordukları sorular vardır ki, bu yanlış anlaşılmamalıdır. Bu soru itiraz değil, olacak mı olmayacak mı şeklinde bir ŞÜPHE sorusu da hiç değil! Ya nedir? Hayret ve taaccüp sorusudur. Demek ki “Ya Resûlallâh, bunların hepsi zamanı gelince zuhûr edecektir.” şeklinde korku ifade eden sorular olarak anlamak lazımdır.

Yine burada dikkat çeken, Resûlallâh’ın “Haliniz nasıl olur?” yahut “Şöyle şöyle olduğu zaman vay sizin halinize!” diye tercüme edeceğimiz kısım vardır ki, bu olayların nasıl dehşetli olaylar olduğunu ortaya koyuyor.

O halde akıp giden hayatın ileride neler getireceği bilinmiyor. Kur’an’da ve Sünnet’te az-öz, diğer bir tabirle apaçık haberler var.

Düşünce sahipleri, ibret alın!

MAKALE