S.1 ) Tasavvuf Cemaati ilm-i ledün ismi altında Resulullah (S.A.S)’ in sünnetlerini tahrip mi ediyor?
C.1 ) İlm-i Ledün adı altında Resulullah (S.A.S)’ in sünnetlerini tahrip eden bir cemaat tasavvuf cemaati değildir ve olamaz da. Çünkü tasavvuf ehli, sünnetleri tahrip etmek için değil onları ihya etmek için olan bir cemaattir. Onlar asla sünnetlere saygısız olamazlar. Olanlar varsa sünnet çizgisinden kendilerini düzeltmeye mecburdurlar.
S.2 ) Mutasavvıflar Şeyh ismi altında kendilerine nikahı düşen kadınlara ellerini verip öptürürler mi?
C.2 ) Asla; mutasavvıflar kendilerine nikahı düşen kadınlara ellerini veremezler ve öptürmezler de. Şehevi duygular onların semtlerine bile uğramamalıdır. Onların yolu Resulullah (S.A.S)’ in yoludur. Böyleleri varsa onlar müteşeyyih (şeyh görünümünde) olan sahteler veyahut ta günahkârlardır. Kendilerini düzeltmeleri lazımdır.
S.3 ) “Şeriat, tarikat, hakikat” zincirine inanmak bazılarının iddia ettiği gibi İslam’ı noksan kabul etmek anlamına gelir mi?
C.3 ) Kanaatimce, buna inanmak şeriati eksik kabul etmek değildir.
S.4 ) Hakikat şeriatten, evliya enbiyadan üstün müdür?
C.4 ) Hakikati şeriatten, evliyayı da enbiyadan üstün kabul etmek gerçek mutasavvifenin yolu değildir. Böyle bir şey asla olamaz. Şeriatten hiçbir şeyin üstün olamayacağı gibi, Hz. Allah (c.c.)’in gönderdiği peygamberlerinden de hiçbir evliya üstün değildir. Onlar Hz. Allah (c.c.)’in seçkin kullarıdır. Hz. Allah (c.c.)’ ın katında enbiyanın yeri ayrı, evliyanın ki ayrıdır. Peygamberler olmasaydı insanlar doğru yolu bulmazlardı. O zaman evliyadan söz etmek gayri kabil olurdu.
S.5 ) Peygamberler şeriatle, velilerde hakikatle amel ederler demek doğru mudur?
C.5 ) Asla doğru değildir. Şeriatin dışına çıkan değil veli bazı durumlarda müslüman bile kabul edilemez. Peygamberler şeriati insanlar için Cenab-ı Allah’ tan ( c.c.) almış ve getirmişleridir. Müslümanlar istisnasız şeriate inanır, onu kabul eder ve onula amel ederler. Böyle asılsız sözleri tasavvufa mal etmek doğru değildir. Eğer mutasavvife içinde bunu bilmeden kullananlar var ise kendilerini düzeltmelidirler.
S.6 ) Evliyayı sevmek, onlara Cenab-ı Allah’ın (c.c.) bazı kerametler verdiğini savunmak veya Batıni ilimleri ihsan ettiğini veyahut ta kendisine Cenab-ı Allah’ın (c.c.) ilham ettiğine inanmak sapıklık ve bid’atçilik midir?
C.6 ) Değildir tabi Cenab-ı Allah’ın evliyası sevilir. Niçin sevilmesin? Onlar sevilmeyecek de kimler sevilecek? Kişi sevdiğiyle beraber olur. Bu hususta yanılanlar hadis-i şeriflere bakmalıdırlar. “…..O veli kuluma düşmanlık gösterene ben harp açarım.” İleriye gitmeye gerek yok. Başka söze de lüzum yok. Çünkü sözlerin en güzeli Kur’an-ı Kerim’den sonra onun sözüdür. Keramete gelince, Cenab-ı Allah sevdiği evliyasına kerametlerde ihsan eder. Bu da inkâr edilemez. Nitekim İslam tarihinde Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir’in keramet gösterdikleri bilinmekte, ayrıca birçok evliyanın kerametleri kitapları süslemektedir. Akaid kitaplarında yer alan “evliyanın kerametleri haktır” sözü inkâr edenleri iyice düşünmeye sevk etmektedir. Gelelim Batıni ilim veya ledünni ilmine. Kur’an-ı Kerim Hz. Hızır hakkında: “Biz ona kendi indimizden ledünni ilmi öğrettik” buyuruyor. Kehf suresinde buna ait genişçe açıklama mevcuttur. Bundan şüphe edenler oradan okumalıdırlar. Hz. Allah, Hz. Musa zamanında Hz. Hızır’a verir de ondan sonra gelecek evliyasına ihsan etse, bu vermek, onun kudretinden hiçbir şey eksiltmez. Ayrıca Hz. Hızır’a verilişi, bir peygamber olan Hz. Musa’ya verilmeyişindeki hizmet iyi düşünülmelidir.
İlham’a gelince, bu da Cenab-ı Allah’ın bir vergisidir. İlham demek duyu vasıtalarımızdan birine dayanmayarak ilahi feyz yolu ile kalbe doğan manadır. İlham peygamberlerden başka velilere de gelebilir. Peygamberlerden başka velilere gelen ilham yalnız o zat içindir. Kur’an ‘a ve sünnete aykırı olmadıkça bilgi ifade eder. Evliyaya gelen ilham, onların müntesipleri olan müritlerine de geçerli sayılır ve bilgi ifade ettiği kabul edilir. Bunlar bid’at ve sapıklık değildir. Aksini iddia eden bunu ispata davet olunur.
S.7 ) İnabe ettiği (el aldığı) kâmil bir mürşide bağlanmalı, onu sevmek onun şeriate muhalif olmayan emir ve tavsiyelerini dinlemek veya yapmak, müntesibi bulunan müritleri için İslam’ın haricinde olan bir şey midir?
C.7 ) Tabi ki değildir. Ben yukarıda sayılan şeylerin hiç birisini İslam şeriatına muhalif görmüyorum. Bir kere sormak lazım hangisi İslam’ın haricindedir? İnabe almak mı, yoksa olgun bir kimseyi sevmek mi? Hangisi? Onun şeriate muhalif olmayan emir ve tavsiyelerini dinlemek veya yapmak mı yoksa? Tabi ki hiç birisi değildir. Mü’min mü’mine hayrı tavsiye edecek ve sabrı öğütleyecektir. Böyle olmazsa mü’min de vazifesini yapmamış olur. Bunlar İslam’ın haricindedir. Böyle yapan müritler yaptıklarını iyi düşünsünler iddiasında bulunanlarda kendileri anlamadan, olmayan kuru iftiralarla tasavvufu ve müntesiplerini değerlendireceklerine İslam tasavvufunun mana ve ehemmiyetini iyi kavramaya çalışsınlar.
S.8) Velileri günahsız ve hatasız kabul etmek doğru mudur?
C.8) Peygamberlerin dışında herkes hata edebilir. Mürşitler ve şeyhler de hata edip yanılabilirler. Hatalara tövbe etmek, bir daha o hatalara dönmemek, onu terk etmek, ağlamak ve gözyaşı dökmek olgun kimselerin yoludur. Tasavvufta bunun dışında olan batini anlayışa yer yoktur. Eğer bu tasavvufa sokulmuşsa bu tam İslamiyet’i yansıtan bir anlayış olmaz. Âdemoğlunun hepsi hata edebilir. En hayırlı olanı da hatalarına tövbe edendir.
S.9) ‘Şeyh uçmaz mürid uçurur’ sözünün tasavvufi hayatta değeri nedir?
C.9) Bu söz mutassavife arasında kullanılıyorsa derhal terk edilmelidir. Bunun hiçbir değeri yoktur. Böyle bir sözü söylemek değil düşünmek bile büyük bir cinayettir. Üstelik bu sözün hiçbir değeri de yoktur. Olmuş olduğunu kabul etsek bile İslam anlayışına ve mantığına da uygun değildir. Kendisi uçmayan bir kimse başkası tarafından uçuruluyorsa böyle bir kimseye mürşid de denemez. Kör olan bir kişi başkasına yolu nasıl gösterir? Böyle bir mürşide tabi olunamaz. Kamil bir mürşid aranmalıdır.
S.10) ‘Mürşidi olmayanın, mürşidi şeytandır’ sözünün değeri nedir?
C.10) Bu söz Ebu Yezid el-Bistami’ye aittir. Hadis değildir. Yalnız bu söz mutasavvifenin bazıları tarafından kabul görmüştür. Hadis olmadığı için bunu kabul etmeyenler bir vebal altına girmezler. Ama kabul edenlerde her halde ziyanda ve zararda olmazlar. Büyüklerin sözlerinde birçok hikmetler gizlidir. Ebu Yezid el-Bistami’nin sözüne bakarak kamil bir mürşitten inabe almada bir sakınca yoktur. Velev ki böyle bir mürid inabe ile biat arasındaki farkı bilmemiş olsun. Bu inabe almasına bir nakısa getirmez. Çünkü inabe şeyhe yapılır. Biat da Müslümanların halifesine olur. Bu iki hususun özelliğini bilmemek kişiyi küfre götürmez. Bilinip ve inkâr etmek ise ayrıdır.
S.11) Mutasavvife arasında ‘bizim efendiye tabi olmayan helak oldu’ sözünün söylendiği iddia olunuyor. Bunun hakkında ne dersiniz?
C.11) Bu sözde mugalata var diyorum. Aklı başında bir mürid bu sözü söylemez. Ama efendisine itimadı tam olmalıdır. Yani mürşid elindeki mürid, gassal elindeki meyyit gibi olmalıdır.
S.12) Tasavvuf yoluna katılmayı arzu eden bir kimse ilk önce bu yolda kendisine lazım gelen farz-ı ayın ilimleri öğrenmelidir. Öğrenmeden bu yola giremez iddiası mevcut.
C.12) Tabi ki böyle bir mürid farz-ı ayın olan ilimleri öğrenecektir. Yalnız öğrenmeden bu yola giremez diye de bir kaide yoktur. Kimse İslamiyet’e girdiği zaman İslam’ın her şeyini tam manasıyla biliyordu diye iddia edilemez. Girdiğinde belki bilgisi çok azdır. Daha sonraları yavaş yavaş öğrenmiştir. Belki daha birçok İslami meselelerden haberi olmayanlar da vardır. Onları da öğrenir, bilmediğini sorar. Tabi ki bir alim Müslüman ile bir köylü Müslüman’ın bilgileri eşit değildir.
S.13 ) Bazı kimseler tasavvufi hayat hakkında bilmeden ileri geri konuşuyorlar, bunlar arasında ilim sahibi olarak geçinenler de var. Bunlara anti tez olarak İslam büyüklerlerinden bir örnek verebilir misiniz? Onların tasavvuf hakkında ne dediğine dair.
C.13 ) Memnuniyetle; işte İmam-ı Gazali Hazretleri. Bakınız zikir ve tasavvuf hakkında nasıl övücü sözler söylemişler; nefisleri zayıf, cevheri hakikatine ulaşamayacak durumda ise kendisine yardım edecek, maksuduna yetiştirecek müşfik bir muallime bağlanır. Nasıl ki; tedavi yolunu bilmeyen hasta müşfik bir doktora müracaat ederse. İşte İmam-ı Gazali’nin mübarek sözleri. Bundan ibret alana ne mutlu. Bugün âlim diye geçinen tasavvufa dilleri uzanmış zavallıların; eserleri yüzleri geçmiş İmam-ı Gazali’ye ancak talebe olabilecekleri düşünülecek olursa, kimin sözünün daha geçerli olduğu ortaya çıkmış olur.
S.14 ) Cenab-ı Allah’ı (c.c) zikretmek her mümin için nedir?
C.14 ) Cenab-ı Allah’ı (c.c) zikretmek her mümin için vacibdir. Bundan zikrin ehemmiyeti açık olarak ortaya çıkmaktadır.
S.15 ) Şeytanın vesveseleri ve müridlerin buna karşı tavrı en keskin silahı nedir?
C.15 ) Müridin semtine şeytani vesveseler asla yanaşmamalıdır. Onlar tağuti güçlerde yardımcı olamaz ve onlara dua etmezler. Bunlara karşı onların en tesirli silahı zikrullaha devamdır.
S.16 ) İslam’ın hudutları ve tasavvuf hakkında ne dersiniz?
C.16 ) Tasavvufta İslam’ın hudutları muhafaza edilir, onun dışına çıkılmaz, Resul-i Ekrem’in sünneti ve hulefa-i raşidin’in yolu terk edilmez. Onlar zühd ve takva yaşayışı üzere bulunurlar. Mutasavvıf demek şeriatın hudutlarını asla çiğnemeyen kimse demektir.
S.17 ) Tasavvufa ait yazılmış bir çok Latince eserlerde bidat ve hurafelere yer verildiği iddia ediliyor. Bu doğru mudur?
C.17 ) Tasavvufa ait Latince yazılmış eserlerde bidat ve hurafelere yer verilmiş ise bu tip eserlere çok dikkat etmek lazımdır. Bidat ve hurafeyi iyi tanımak gerekir. Neler bid’attır, neler bid’at değildir. Şunu unutmamak lazımdır ki bid’at ve hurafenin İslam’da hele hele tasavvufta hiç yeri yoktur. Bid’at ehlini iyi tanıyabilmek için İslam akaidini çok iyi bilmek lazımdır. Bid’atçının arkasında namaz kılınmayacağını da unutmamak icap eder.
S.18 ) Tasavvufta mevcut olan zühd ve takva hayatı İslam’ın diğer hangi emri ile yakından alakalıdır?
C.18 ) Zühd ve takva hayatı islamın cihad emri ile çok yakından ilgilidir. Nefislerle yapılan cihada, cihatların en üstünüdür. Bir savaş dönüşü ‘küçük cihattan büyük cihada dönüyoruz’ sözü hem anlamlı, hem de derin manalar ifade etmektedir.
S.19 ) Nefsin heva ve heveslerini durdurabilecek tek ilaç nedir?
C.19 ) Tabii, nefsin heva ve hevesini durduracak tek ilaç zikrullahtır. Tasavvufi hayatın temeli zikrullaha dayanmaktadır.
S.20 ) Müridlerin zaman zaman keşif ve kerametlerinden bahsetmelerine ne dersiniz?
C.20 ) Tasavvufi yola ait bağlılıklarını ziyadeleştirmek için zaman zaman bunlardan bahsedilmesinde bir sakınca yoktur. Ancak müridlerin gece ve gündüz konuları keşif ve kerametten bahsetmek değildir.
S.21 ) Bazıları mükellef olan bir kimseden teklif düşer diyorlar, doğru mu?
C.21 ) Asla doğru değildir. Mükellef olan bir kişiden teklif düşmez. Teklif akıl baliğ olduktan sonra başlayıp, ölünceye kadar devam eder. Ölünce o zaman düşer. Birde delilerden sakıt olur. Akıllı olan bir kişi sonradan delirirse ondan da teklif sakıt olmaktadır. Bunun haricinde ilahi emirler kimseden düşmez. Düştüğünü iddia etmek yanlıştır.
S.22 ) Bazı kimseler Farz-ı ayın olan ilimler için şeyhinden izin alınmalıdır diyorlar, bunu nasıl buluyorsunuz?
C.22 ) Doğru değildir. İsmi üzerinde zaten farz-ı ayın olan ilimler diyoruz. Bunu her Müslüman tuttuğu mesleğine göre öğrenmeli, bilmeli ve tatbik etmelidir. Bunun için özel izne gerek yoktur. Yalnız bazı hususlarda Müslüman iyi bilip tanıdıkları kimselere fikir danışabilirler. Onlarla müşavere edebilirler. Bununla diğerini karıştırmamak lazımdır. İşi saptırıp fikri çarpıtmamak lazımdır.
S.23 ) Tasavvuf hareketi sadece ihtiyaç duyulan için midir? Bunu ümmetin tamamına vacip diye anlatmak doğru mudur?
C.23 ) “Tasavvuf hareketi ihtiyaç duyulan içindir, bunu ümmetin tamamına vacipmiş gibi anlatmak yanlıştır” diye iddiada bulunmak doğru değildir.
S.24 ) Kalplerin vesveseden kurtulması için ne yapılmalıdır?
C.24 ) Kalplerin vesveseden kurtulması, heva ve heveslerden sıyrılmak ancak zikirle meşgul olmak, ölümü çokça düşünmek, yani tefekkürü mevt yapmak, rabıta ve murakabeye riayet etmektir.
S.25 ) Avrupa’da tasavvufi hayat yaşanmaz, yaşansa da bu hayattan feyz alınmaz deniliyor. Bu doğrumudur?
C.25 ) Doğru değildir. Sadece bir iddiadan ibarettir. Dünyanın her tarafında fisk-u fucur almış yürümüştür, ümmetin böyle fesada uğradığı, bozulduğu zamanlarda Müslümanların daha çok Kur’an’a, Sünnetlere sarılmaları emredilmektedir. Hal böyle olunca, nasıl ki bozulmuş toplumlarda Müslümanlık yaşıyorsa, Müslümanlar Cenab-ı Allah’ın emirlerini yerine getirmeye uğraşıyorlarsa zühd ve takva olan tasavvufi hayatta bu toplumlarda devam edecektir.
S.26 ) Cenab-ı Allah’ı zikretmenin, oturup bir kösede tesbih çekmenin zamanı değildir. Böyle yapmak pısırıklıktır. Korkaklık veya miskinliktir deniliyor. Siz buna ne cevap verirsiniz?
C.26 ) Böyle düşünenler veya söyleyenler ancak İslam’ı bilmeyen inançsız kimseler olabilirler. Müslümanlar içerisinde böyleleri varsa onlarda zikrin ne manaya geldiğini bilmeyen kimselerdir. Böyle Müslümanlar bu düşüncelerini tashih etmelidirler.
S.27 ) Bazıları filan yerde tasavvufi hayat yaşanmaz, mürşidlik veya şeyhlik olmaz (Avrupa’da).Feyiz olmayacağı için bunlar buralarda geçerli değildir diyorlar. Bu ne kadar doğrudur dersiniz?
C.27 ) Bu düşüncede yanlıştır. Buna yukarıda cevap verilmiştir.
S.28 ) Cenab-ı Allah’ı zikretmenin zamanı değildir. İslam namına yapılacak daha başka hizmetler vardır. İlk önce bir İslam devleti olmalı. O olmadan yapılan zikirler, tesbihler ve dualar geçerli değildir diyorlar buna ne cevap verirsiniz?
C.28 ) Asla doğru değildir. Zikrullah’ın zamanı zemini yoktur. Bazı engellerle kısıtlı değildir. Namaz kılınabilen, oruç tutulabilen ve diğer İslami emirlerin yapıldığı her yerde zikrullahta yapılır. Zikrullahı böyle dar bir çerçeveye sığındırmak doğru değildir. Kasıtlıdır. İslam’ın hüküm sürdüğü hiçbir devirde böyle olmamıştır. Tarih bunun açık numuneleriyle doludur. Sünen-i Ebu Davud’da Hz.Aişe validemizden rivayet edilen bir hadis-i şerifte şöyle buyuruluyor; “Resulullah (S.A.S.) her an Cenab-ı Allah’ı zikrederdi.”Hem sonra Müslümanlar gaye birliği içindedirler. Birbirlerine dini emirlerde yardımcı olurlar. Takvada yardımlaşırlar. Kötülükte yardımlaşmazlar. İslami kalıplara, ölçülere uyarak, samimi, ihlaslı bir Müslüman’ın yaptığı İslam binasının duvarlarını haince tuğla tuğla yıkmak ancak küfre yardımcı olmak demektir. Müslümanlar böyle cahilce birbirlerine düşeceklerine küfür karşısında bir araya gelmeli ve yapacaklarını yapmalıdırlar.
S.29 ) Bazıları Cenab-ı Allah’ı zikretmekle alay ediyorlar. O’nu zikreden zakirlere, iki salladınız iş bitti diyerek istihza ediyor ve eğleniyorlar, bunlar hakkında ne dersiniz?
C.29 ) Bunlar şu üçten biri olabilirler;Bunu söyleyen zikrin manasını bilmeyen cahillerden olabilir. Bunu iddia eden kasıtlı kimseler olabilirler. Veya tasavvufa karşı olan biriside olabilir. Birinci kategoride olan zikrin manası bilmeyen cahiller ise bilmeden küfre saplandığı için kendisini tövbe ve tecdidi imanla yenilemelidir. Gelelim kasıtlı olanlara; bunlara bir sözümüz yoktur. Cenab-ı Allah onlara hidayet nasip etsin. Zikri ve tasavvufu inkâr eden birisi ise, buna da şunu söylememiz anlayan için yeterlidir, zannediyoruz. Kur’-an-ı Kerim’in 6666 ayetini inkar etmekle bir ayetini inkar etmek, kabul etmemek veya onunla alay etmek aynıdır öyle ise Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:’Dikkat edin ki, Allah’ı zikretmekle kalpler mutmain olur’
S.30 ) Bir kısım Müslümanlar, kişinin yalnız başına Cenab-ı Allah’ı zikretmesine bir şey demiyoruz. Ama toplu halde veya cemaat halinde yapılan zikre karşıyız diyorlar buna söyleyecek bir sözünüz var mıdır?
C.30 ) Tabii ki vardır. Zikrin kişisel olanını kabul etmemek doğru değildir. İkisi birbirinden ayrılamaz. Bunu ayırmak Peygamberimizin hadislerini görmezlikten gelmek demektir. Bu hadislerden sadece bir tanesini veriyorum.’Cenab-ı Allah’ın (C.C) yeryüzünde dolaşan seyyah melekleri vardır. Bunlar zikir ehlini ararlar. Cenab-ı Allah’ı zikreden bir kavmi (yani bir cemaati) bulduklarında birbirlerine, aradığınız buradadır geliniz diye seslenirler…Hepsini veremediğimiz sadece ön kısmını zikrettiğimiz bu hadise baktığımızda neler görüyoruz.
a-) Melekler zikir ehlini (cemaatini) arıyorlar…
b-) Allah’ı zikreden bir kavmi bulduklarında…
Demek ki bir cemaatin Cenab-ı Allah’ı toplu halde zikredeceğine dair hadis-i şerif de açıklık vardır Anlayana daha başkasını söylemeye lüzum yoktur.
S.31 ) Bazıları şimdi zikir zamanı değil, cihad zamanıdır diyorlar. Zikir ve cihat hakkında ne dersiniz?
C.31 ) Zikir hakkında yukarıdan beri epeyce bahsettik sayılır. Şimdi birazda cihad hakkında bahsetmede fayda var. Peygamberimiz cihat kıyamete kadar geçerlidir buyuruyorlar. İslam dininde cihadın ayrı bir yeri vardır. Cihad çeşitlidir. Canla, malla ve dille olmaktadır.
Ameller derece itibariyle birbirinden farklıdır. Bununla cihadı önemsiz bir iş gibi saymak gibi bir duruma düşmekten Cenab-ı Allah’a sığınırız. Aşağıdaki vereceğimiz hadis-i şerife bu noktadan çok dikkatli bakmak icab eder. İki hadis-i şerifin manasını veriyoruz.
a-) Resulullah (S.A.S.)’ e; Kıyamet gününde kulların derece itibariyle Allah katında en üstünü hangisidir, diye soruldu. O da, gazi kılıcıyla kırılıncaya veya kan damlayıncaya kadar kâfir ve müşriklerle vuruşsa, yine muhakkak ki Cenab-ı Allah’ı zikredenler derece itibariyle daha üstün olacaklardır. (1) Hadis-i şerif açıktır. Kaldı ki bugün cihadın birkaç Müslüman devleti hariç sadece dille yapılanına tesadüf edilmektedir. Canla olanına değil.
b-) Peygamberimiz (S.A.S) size amellerin en hayırlısını Allah katında en temizini, derecelerinizi en fazla yükseltenini, altın ve gümüş infak etmekten daha hayırlı olanını, düşmanla karşılaşıp sizin onların boyunlarını, onlarında sizin boyunlarınızı vurmalarından daha hayırlı olanı haber vereyim mi? Sahabeler evet haber ver dediler. O’da Allah’u Teala’yı zikretmektir, buyurdular. Muaz b.Cebel de şöyle dedi: ’Cenab-ı Allah’ın azabından en çok kurtaran şey zikrullahtır.’ (2)
Abdullah Demircioğlu
-------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Tirmizi C.5,S.458
(2) Tirmizi C.5,S.459